-
Mahmut BALPETEK
Tarih: 08-07-2016 02:44:00
Güncelleme: 08-07-2016 02:44:00
Türkiye’de bütün eksikliklerine rağmen, köklü bir seküler hayat geleneği olan ve seküler hayat tarzını sürdüren, küçümsenmeyecek düzeyde bir kitleden söz etmek mümkündür. Öyle ki, Fundamentalist ideolojinin temsilcisi AKP’ye oy veren seçmenin bir kısmının da, seküler yaşam lehine, AKP yönetici kliğinden farklı duyarlılık gösterdiği bilinmektedir. Eğitim seviyesi görece daha yüksek olan bu kesim, dış dünya ile yoğun bir dialog içinde bulunmaktadır. Cumhuriyet ideolojisinin taşıyıcısı olan bu öncü güç, aynı zamanda, Türkiye entelijansının, önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Yoksul sınıfların toplumsal desteğini alıyor olsalar da, devlet bürokrasisi ve özel teşebbüste, beyaz yakalı olarak görev yapan bu kesimler orta sınıfa mensuplarıdır.
Cumhuriyet döneminde kamu ve özel teşebbüste kilit noktalarda bulunmuş olmaları nedeni ile siyaset ve ekonomi yönetiminde, hatırı sayılır bir birikime sahiptirler. Yaşam biçimleri ve taşıdıkları bu özellikler nedeniyle, saray’ın “dindar toplum” yaratma tasavvuru karşısında, potansiyel bir tehlike olarak görülmektedirler. Dolaysıyla Kürt ve Alevilerle birlikte, aidiyet farkı gözetilmeksizin sekülerler de ‘’ Saray’ın düşman’’ ajandasındaki yerlerini, almış durumundadırlar.
AKP, Toplumun yumuşak karnı olan seküler yaşam tarzıyla , Kürt ve Alevilere karşı olduğu gibi cepheden savaşmak yerine, sinsi bir şekilde alttan dövüşmeyi tercih etmektedir. Örneğin; meclis başkanı, “ Anayasanın laiklikle ilgili maddesini kaldıracağız.” , ya da,TRT’de AKP yandaşı bir kimsenin “ Namaz kılmayan hayvandır.” açıklamaları nedeni ile toplumda oluşan tepki karşısında , AKP’nin kendini ‘’Bu bizim görüşümüz değildir.’’ demek zorunda his etmesi gibi. Ancak, sarayın günlük siyaset pratiği, bu konuda samimi olmadıklarını, kanıtlar niteliktedir. Eğitim müfredatını, dini eğitime göre düzenleyerek; üniversiteleri ,medreselere çevirme çabalarını da olduğu gibi. İhtiyaç gözetmeksizin, bütün orta dereceli okulları, İmam Hatip meslek liselerine dönüştürerek, Laik eğitim sistemini tasfiye etmek amacı, bu samimiyetsizliğin diğer bir kanıtıdır . Yani laikliği, sistematik bir biçimde zamana yayarak çürütmeye çalışmaktadır. Öyle ki, itirazlar, direnişe dönüşüp bu politikalar geriletilemese , laik eğitim kurumları tasfiye edilmiş olacaklarından , uzak olmayan bir zaman diliminde sekülerlerin bile, çocuklarını İmam Hatip Liselerinde okutmak zorunda kalabileceklerini söylemek, kehanet olmayacaktır.
Bu gelişmeler haklı olarak sekülerleri, geleceklerinden endişeye sevk etmektedir. Endişeli sekülerlerin bir kısmı, direnmek yerine palyatif çözümler üretmeye sürüklenmektedirler.
Latince ‘’ çağ’’ anlamına gelen seküler kelimesi, din merkezli veyahut dini öğeleri; sosyal, hukuki ve siyasi anlamda tayin edici kılan bir yaklaşımın tersine, bunları sosyal, hukuki ve siyasi kümeden ayıran bir yaklaşımı tanımlar.
Sekülerizm, fundamentalistlerin maksatlı olarak propoganda ettikleri gibi, ateizm veya dinsizlik değildir. Sekülerizm, başlıca iki temel önermeyi içermektedir. Birincisi ,devletin dinsel kurumlardan kesin bir biçimde ayrı olması, ikincisi ise farklı dinler ve inançlardan olan kişilerin kanun önünde eşit değerlendirilmeleri savunusudur. Bu iki önerme sekülerizmin sac ayaklarını teşkil etmektedir. Fransızlar bunu kısaca özgürlük , eşitlik, kardeşlik sloganı ile formüle etmeyi uygun görmüşlerdir.
Sekülerizimin geniş tanımı , farklı yorumları içkin kılmıştır. Dolayısıyla farklı yerlerde, farklı uygulama ve pratikler üretmiştir. Kimileri sekülerizmi, değişen koşulların ortaya çıkardığı ihtiyaçlara yanıt olması açısından yeniden üreterek dinamik kılmışken , başka birileri Türkiye’de olduğu gibi, değişen süreçleri ıskalayarak statik kalmasında ısrarcı olmuşlardır.
Türkiye sekülerizme, Cumhuriyet ile birlikte adım attı. Ancak aynı zamanda ulus devletin inşa sürecinde , olan kurucu elit, özgürlükçü değil, güvenlik eksenli politikalar geliştirmeyi tercih etti. Dolayısı ile bütün cumhuriyet, asker/sivil bürokrasisinin vesayetine teslim edilmiş oldu. Bu bağlamda, daha ilk günden başlayarak, laikliğin ruhu ile çelişen, adı laik ama gerçek manada, baskıcı bir rejim, inşa edildi.
Türkiye laikliği, Mahmut Esat Bozkurt’un, “ Bu ülkede Türk olmayanlar, Türklere hizmet etmek için vardır.” özdeyişinin esaslarını, dikkate alan bir yerden yerleştirmeye çalıştı. Farklı olanı köle sayan bu yaklaşım, cumhuriyet sekülerlerinin, referansı kabul edildi.. Bir başka anlatım ile Türkiye’de sekülerlik milliyetçilik ile yumurta ikizi olarak doğmuş oldu. Tekçi ulus anlayışı, Türk usulü milli sekülerizm, diyebileceğimiz bir eğilimin, ortaya çıkmasına yol açtı.
Türkiye ‘nin, bugün iç savaşın eşiğinde volta atıyor olmasının bir çok nedeni olmakla birlikte, millileştirilen ve içi boşaltılan, sekülerizm anlayışının da, payı vardır.
Seküler dünya; farklı inançların, kanun önünde eşit olması savunusuna, faklı kimlikleri de ekleyerek değişen koşulların ortaya çıkardığı ihtiyaçlara, yanıt verecek şekilde geliştirirken; Cumhuriyetin milliyetçi sekülerlerizmi , daha ilk günden, kucağında ölü doğmuş bebeğe, yaşıyor muamelesi yaparak kendini avutmayı tercih etti. Değişeni görmemekteki ısrar, sekülerlerin zaafının ötesinde, açmazı oldu.
Güvenlikçi politik refleksleri nedeni ile, Türkiye’de sekülerlerin, doğal ittifakı, asker/sivil bürokrasi oldu. Ordu ile girdikleri rezonans nedeniyle, ordunun siyasi uzantısı olmanın ötesine gidemediler. Ordu gibi, yukardan aşağı, emir komuta zinciri ile hiyerarşiye dayalı, savaş örgütüyle , enformel olarak ilişkilenmeleri, özgürlükçü olmadan da, seküler olunabileneceği, yanılsamasına kapılmalarına neden oldu. Halbuki, ordu; gücünü, emirlere karşı koşulsuz itaatten alan, başkasının hayatına karşı özgürlükçü davranmayan , dolayısı ile otoriterliğe akan zihniyetin kurumsal temsilcisidir.
Cumhuriyet; yerleştirmek istediği seküler hayat tarzının güvencesini özgürlük ve eşitlikte değil de , ordunun bekçiliğinde aramıştır. Bu anlayış , bir taraftan seküler hayat tarzını güvencesiz bırakırken , öte yandan, cumhuriyet’in toplumsal tabanının daha baştan zayıf kalmasına sebep olmuştur.
Bugün, sarayın güdümüne girmiş olan ordu; bırakın, Cumhuriyet ve seküler hayatın güvencesi olmayı, bizatihi, onun mezar kazıcısı görevini ifa etmektedir. Böyle olmasında şaşılacak bir durum yok. Zira yasalar karşısında şeklen de olsa; özgürlük ve eşitlik gibi kavramları, istibdatçı anlayışın korumasına terk etmek, koyunu kurda teslim etmekten farksızdır.Bugün yaşanan durum; kurdun kuzuyu yemesinden ibarettir.
Sarayın, seküler hayata karşı belirginleşen saldırıları nedeniyle, görece varsıl olan seküler kesimin kurtuluşu, ülke sınırları dışında aradığı görülmektedir. Ancak, bu yolun bir çözüm olmadığını, herkes kadar kendileri de bilmektedirler. Kendi hukukunu bile tanıma ferasetinden uzak, saray otoritesi karşısında; direnmeden yenilgiyi kabul etmek anlamına gelen bu tercih, tam olarak, acizlik ifadesidir.
Cumhuriyet tarihi boyunca, kendilerinden farklı kimliklere sahip olan kesimlerin, özgürlük talebine “Vatanı böldürmeyiz.” diye yanıt verenler; kendi özgürlüklerinin tehlikeye girdiğini fark edince, çareyi kaçmakta aramaları, veciz bir tutarsızlık örneğidir.
Yıllarca, şeklen de olsa; içeriği özgürlük, eşitlik, kardeşlik olan laiklik kavramını, eşitsizliğin kardeşlik haline indirgeyerek, herkese dayatanlar; sıkışınca çareyi kaçmakta aramaktadırlar. Parası olanlar için, kapitalist dünyada, bu özgürlük , her zaman satın alınabilecek bir şeydir. Ancak, geride bırakılan milyonlarca, yoksul sekülere karşı, siyaseten sorumlu olduklarını hatırlatmak gerekmektedir. Zira, çözülmemiş sorunlara sırtını dönmek , aslında; sorunları sırtlayıp, gidilecek yere taşımak olacaktır.
Çözüme giden yol; ırkçılık, milliyetçilik ile, sekülerizmi, biri birinden ayrıştırma feraseti göstermekle açılacaktır. Bugünün ihtiyacı; vatan ,millet gibi kavramları, uhrevileştirip kutsamak yerine, dünyevi meseleler olarak ele alıp, çözücü yaklaşımlar ortaya koymaktır. Bütün farklı kimliklerin, devlet karşısında, biçimsel de olsa, eşitlik temelinde, anayasal güvenceye kavuşturulması , yakıcı önem taşımaktadır. Seküler yaşamın zemini, amasız, fakatsız özgürlük olmalıdır.
Dün olduğu gibi bugün de, bütün ezilenlerin ve geleceğinden kaygı duyanların, içine girdikleri karanlık çemberden çıkış yolu, ortak hareket etme yeteneğine bağlı olarak gelişecektir. Bu bağlamda, laiklik savunucularına düşen görev ; hamasetten sıyrılıp, farklı kimlikler ile bir arada nasıl yaşamak istediklerine dair, sosyal ve siyasal yaklaşım, ortaya koymaktır.
Bir an; Kürtlerin özgürlük talebinin, laiklik savunucularını, ülkenin bölüneceği kaygısına sürüklemesini, haklı görelim. Çözüm isteniyor ise; inkar politikası ve hakların gasp edilmesini onaylayan bir yaklaşım terk edilerek; farklı olanlarla, barış içinde, eşit yaşama tahayyülünü, gerçekleştirmeye yönelik siyaset üretmek durumundadırlar.
Seküler milliyetçilerin, Cumhuriyetin ilk yıllarında başlatıp, bugüne kadar, Kürtlere karşı sürdürdükleri, asimilasyon ve katliamların başarısızlık ile sonuçlandığı, bir hakikattir. Bugün, ülkenin sahipleri değil, mağdurları durumuna düştükleri ise, başka bir gerçektir. Dolaysıyla, Kürtleri imha politikasında, sarayın arkasına dizilmek ya da ülkeyi terk etmeye yönelmek; kafayı giyotine uzatmaktan, farksızdır. Bu bağlamda, mağdurların önündeki güncel görev, muktedire karşı birlikte, demokratik bir yaşam örmek üzere, ortak bir program ve dil geliştirmektir.Kurtuluşa giden yolun yapı taşlarını birlikte örmektir. Bunun dışındaki seçenekler, çözüm ambalajına sarılmış , çözümsüzlükten başka bir şey değildir.
- Metalaşan Konut Çağında Barınma !
- Siyasettin Mafyalaşması ya da Mafyanın Siyasallaşması
- Ergenekon Destanı ya da Tersinden Asimilasyon !
- Suriye’de Savaş Nereye Kadar ?
- Bir Buçuk Milyon hayatan Biri, Gomidas Vartebe
- Suriye’de Yaşananların Kısa Özeti ve Gelinen Yeni Aşama-2
- Suriye’de Yaşananların Kısa Özeti ve Gelinen Yeni Aşama
- Mamosta Mehmet Uzun’a (Brodrej) Kısa Bir yanıt !
- Barzani unutma ki, sen de bir “Kılıç artığı” sın
- Kürt Halkının, Hayır Demesi İçin Sonsuz Nedeni var!
- 16 Nisan Oylaması, Referandum Değil, Plebisittir!
- Astana’dan dönen Yanlış Hesap !